Her şey bir salgınla başladı.
H ayal bile edemeyeceğimiz, ortalama yüz, yüz elli yılda bir yaşandığı tecrübe edilen bu tarz bir salgının başımıza geleceğini tahmin edebilir miydik? (Etmeliydik…) Kitaplarda okuduğumuz, filmlerde gördüğümüz felaket öykülerinden birinin birdenbire karşımıza çıkması, hepimizi bilim kurgu filmlerinde bir dünyanın parçasıyız gibi hissettirmiyor mu?
Yaşadığımız dünyada, milyonlarca belki de milyarlarca türü olan, gözle göremediğimiz bir virüs ortaya çıkıp tüm dünya düzenini, yaşamımızı, dengemizi altüst etti ve ciddi bir şekilde hayatı bizlere tekrar tekrar sorgulattı ve sorgulatmaya devam etmekte.
Bu kadar gelişmiş bir teknoloji çağında, tüm dünya “Endüstri 5.0” ı tartışırken, kendisini böyle bir felaket öyküsünün içinde bulan insanoğlu bu durumun
ne kadar farkında? Yaşadığı ekosistem içinde ne kadar da kırılgan bir zemin üzerinde oturduğunu ve doğa karşısında ne kadar da aciz kaldığını görebiliyor mu?
İşte bunları bilmiyorum...
Bu süreçte aklımı en çok meşgul eden sorular şunlar oldu;
“Hangimiz daha zararlı; Virüs mü? İnsanoğlu mu?”
“Virüsü biz mi yarattık?”
İnsanoğlu, gelişimi süresince kendi varoluş nedenini ve benliğini farklı farklı kavramlarda aradı. Egosuyla her şeyin sahibi olduğu fikrine kendini her geçen gün daha fazla kaptırarak, bilinçsizce yaşam sürmeye devam etti ve ediyor. Öz değerlerinden uzaklaşıyor… Başta kendisi olmak üzere tüm çevresine ve evrene süratle zarar vermeye devam ederken, aslında oturduğu dalı kesiyor.
Sanayi devrimi ile başlayıp günümüze kadar uzanan bu yüz, yüzelli yıllık süreçte, modern dünya diye insanoğluna
dayatılan mülkiyetçi yaşam biçimi, insanı doğal yaşamdan hızla uzaklaştırdı, daha bencil ve faydacılık peşinde koşan, hırslı bireylere dönüştürdü.
Kapital düzenin içinde varoluş mücadelesine düşen insanoğlu, durdurulamaz bir iştahla para, mülk, şöhret peşinde koşarak
daha da vahşileşiyor ve telafisi belki de hiç mümkün olmayacak olan bir tahribata sebep oluyor.
Tabii ki bu süreçte yapılan tahribatı "Tabiat Ana" kabul etmiyor.
Belki de en gelişmiş varlık olarak öğünen, her şeyi yapabilme cesaretine, yeteneğine ve aklına sahip insanoğlu,
yaşadığı evrene en çok zarar veren varlık olarak belki de bu ihanetinin bedelini ödüyor.
Bu süreçte aklımı en çok meşgul eden sorular şunlar oldu;
* “Hangimiz daha zararlı; Virüs mü? İnsanoğlu mu?”
* “Virüsü biz mi yarattık? (İster laboratuvarda kasten üretilmiş, isterse doğal yaşam içinde kendi üremiş olsun.)”
Yaşananlar karşısında modern insan her ne şekilde olursa olsun çok hızlı bir şekilde önlem almaya, çözüm üretmeye
çalıştı ve çalışmaya devam ediyor.
1918-1920 yılları arasında yaşanan “İspanyol Gribinin” yarattığı etkiye bakılırsa modern insanın
bu tarz felaketlere artık daha da hızlı çözüm üretebildiği görülebiliyor.
(İspanyol gribi, 500 milyondan fazla kişiye bulaşarak 2 milyardan az olan dünya nüfusunun üçte birini hasta etmiş,
18 ay içinde 50 milyon dolayında insanın ölümüne sebep olarak insanlık tarihinde bilinen en büyük salgınlardan biri olmuştur.)
Bu süreçte, bilim adamları ve teknoloji sayesinde beklenenden çok daha kısa sürede salgına karşı aşılar üretildi ve geliştirilmeye devam ediyor.
Virüsten tam anlamıyla kurtulabilmek için tüm dünyada, virüse karşı bağışıklık kazanılana kadar bu tedavi yöntemlerinin devam etmesi konusu tartışılıyor ve
bilimsel bir sonuç olarak virüsün yaşayacak yeni bir ortam bulamayınca, kendi kendini yok etmesi ile pandeminin son bulması bekleniyor.
Evet bu kesinlikle doğru ama şimdilik…
Saptamam şudur ki; büyük pencereden bakıldığında bu çözümlerin hepsi palyatif kalmaktadır.
İnsanoğlunun şu anda sürdürmekte olduğu yaşam kültürüyle yeni felaketlere sebep olacağı gün gibi aşikardır.
Bu durumdan kurtulabilmenin iki çözüm yolu olduğunu düşünüyorum.
Bu sorunun çözümünü, ya bilim insanlarının keşfedeceği farkındalık aşılarında ya da "SANATTA" bulacağız.
ÇÖZÜM 1:
Bilim adamlarının aşı araştırmalarını kesinlikle bu tarz virüslere karşı değil de acil olarak insanoğlunu fabrika ayarlarına döndürecek bir içeriğe sahip
aşılar üzerinde yapmalarında daha büyük fayda olacağına inanıyorum. Aşı içeriğinin; insanoğlunun kendisini ekosistemin bir parçası olarak görebildiği ve
onunla bütün olarak yaşayabildiği bir bireye dönüştürecek şekilde olması gerekmektedir.
Bulunan aşının başarısı kanıtlandıktan sonra tüm ülkelerde zorunlu olarak kullanılmalı ve kişilerin ekosistemden tekrar
kopmamaları için bol bol “HATIRLATMA DOZLARI” uygulanmalıdır.
ÇÖZÜM 2:
Bu çözümün formülü, insanı, insana, insanca anlatan "SANATTA" aranmalıdır. Edebiyatta aranmalıdır. Şiirde, müzikte, tiyatroda, sinemada aranmalıdır.
Plastik Sanatlarda, resimde aranmalıdır. Büyük halk ozanımız Âşık Veysel’in o muhteşem dizelerinde aranmalıdır.
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi,
Yemek verdi ekmek verdi et verdi,
Kazma ile döğmeyince kıt verdi,
Benim sadık yârim kara topraktır.
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sâdık yârim kara topraktır
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sâdık yârim kara topraktır
Âdem'den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yedirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sâdık yârim kara topraktır
Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sâdık yârim kara topraktır
İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sâdık yârim kara topraktır
Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Dileğin varsa iste Allah'tani
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan
Benim sâdık yârim kara topraktır
Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın kul da Allah'a
Hakkın gizli hazinesi toprakta
Benim sâdık yârim kara topraktır
Bütün kusurumuzu toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarımı düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sâdık yârim kara topraktır
Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel'i bağrına basar
Benim sâdık yârim kara topraktır
Aşık Veysel Şatıroğlu
Eğer bu formül bulunursa “HATIRLATMA DOZLARI”nın uygulanmasına kesinlikle gerek kalmayacaktır.
Aşı içeriğinin, insanoğlunun kendisini ekosistemin bir parçası olarak görebildiği ve onunla bir bütün olarak yaşayabildiği bir bireye dönüştürecek şekilde olması gerekmektedir.
Bulunan aşının başarısı kanıtlandıktan sonra tüm ülkelerde zorunlu olarak kullanılmalı ve kişilerin ekosistemden tekrar kopmamaları için bol bol “HATIRLATMA DOZLARI” uygulanmalıdır.
Pandemi sürecini yaşamaya başladığımız günden bu yana, tüm sağlık camiasının nasıl büyük
bir yük altında ve özveri ile çalıştıklarına hepimiz şahit olduk.
Yaşananlar karşısında bizleri iyileştirebilmek adına ortaya koydukları çabanın
takdire şayan bir durum olduğunu gördükçe kendimi dışa vurmam gerekliliği her geçen gün daha da arttı.
Bu bağlamda bir bilim adamı ya da doktor gibi aşı ya da tedavi yöntemleri geliştiremem, insanları hayatta tutamam belki ama
hayatımızın sürdürülebilirliği, gelecek yaşamlar için ekosistemin ne kadar önemli olduğu konusunda bir dikkat çekebilirim ve ruhsal açıdan
kendilerini çok daha iyi hissedebilecekleri bir fayda da bulunabilirim diye düşündüm.
Sanatın insanın bilişsel ve ruhsal gelişimine ne kadar büyük katkılar verdiğini bir çoğumuz biliyoruz.
Sanatın asıl misyonu insana haz vermek, mutlu etmek, duyarlılığını arttırmak, empati becerisini geliştirmek gibi kavramlar olmasa da
sonuç olarak insan üzerinde ki etkisi sağlıklı bir gelişime katkı sunuyor. Ben de bir sanat eğitimcisi olarak, dünyanın içinden geçtiği bu tarihsel süreçte
hepimizin iyileşme sürecine katkıda bulunmak istedim.
Niye böyle bir işe kalkışıyorsun ki dediğinizi duyar gibiyim.
İnsan hayata geliyor, büyüyor, biriktiriyor, öğreniyor, olgunlaşıyor ve zamanı geldiğinde ayrılıyor.
Bu süreç boyunca birçok olaya tanıklık ediyor. Ben de her sanatçı gibi yaşam boyu tanıklık ettiğim şeylerden etkileniyor ve besleniyorum.
Yüz, belki yüz elli yılda bir yaşanan böyle bir "pandemi" olayının bende ki dışavurumu da bu proje olsun istedim.
Yaşadığımız bu olağanüstü durumun bir parçası olarak, insanoğlunun tüm güzellikleri yıkacak, hatta yok edecek kadar körleştiğini görmek,
çevresinde bu denli zarara yol açtığını gözlemlemek hepimize acı veriyor. Bu yıkımlara bu hızla devam edecek olursak,
tarihte kendi nesline ihanet edenlerden olacağımız konusunda hiç şüphem yok…
Ben, insanoğluna etrafındaki tüm güzelliklerin ve yaşamsal kaynakların doğadan geldiğinin tekrar tekrar hatırlanmasının
önemine inanıyorum. İnsanın doğayı hoyratça tüketen değil, onu besleyen, büyüten ve onunla bir bütün olarak yaşaması bilincine varması gerektiğini
düşünüyorum ve böyle bir farkındalık hareketine sanat yoluyla katkı sağlayabilmek için yola çıkıyorum.
Şimdi başlamaktan çok mutlu olacağım ve bir o kadar zorlanacağım uzun soluklu bir proje var elimde…
Beni çok heyecanlandıran, mutlu eden ama bir o kadar da zorlayacak projemi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yazılarıma web sayfamda bulunan “Not Defterim” bölümü altından ulaşabilir ve iletişim bölümünden bana yazabilirsiniz ya da sosyal medya platformlarından da benimle iletişime geçebilirsiniz.
Tekrar görüşünceye dek hoşça kalın, sanatsız kalmamanız dileğiyle…
NO | YORUM YAPAN | YORUMLAR |
---|
Lütfen yorumunuzu yazınız.